Kişilik karşımıza çıkan durumlara verdiğimiz düşünsel, duygusal ve davranışsal tepkilerin, kişiye has karakteristiklerle harmanlanması sonucu ortaya çıkan örüntüdür. Yaşamsal deneyimlerin yanı sıra kalıtımın da etkisi altındadır. Bu sebeple biricik olduğu kabul edilse de insanlar topluluklar halinde incelendiğinde belli paternlerden bahsetmek mümkün olur.
‘Zor Kişiliklerle’ Yaşamak (F. Lelord, C. André) isimli kitap kişilikleri kategorize ederken DSM’ye (Mental Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı) yakın bir sistem kullanmış. DSM bu kategorileri “Kişilik Bozuklukları” üst başlığı altında toplasa da yazarlar “Zor Kişilikler” demekle yetinmişler. Söz konusu kişilikleri oluşturan karakteristiklere baktığımızda pek çoğunu kendimizde bulmak mümkün. Ancak kişilik bozukluğundan söz etmek için; kişinin içinde yaşadığı kültürün/toplumun beklentilerinden belirgin şekilde sapan davranış paternlerinin, hayatın her alanında etkin olacak şekilde, hemen hemen hiç esneklik göstermeksizin tekrar etmesi, tablo başlangıcının ergenlik ve öncesine dayanması gerekir.
Bu yazıda; yukarıda sözü geçen kitap ve Seyyid Kutub’un Yusuf Sûresi tefsiri Fî Zilâli’l Kur’ân’dan takip edilerek çapraz okuma yapılmış, Ahmet Hamdi Akseki’nin Ahlak Dersleri kitabının ‘Fezâil ve Rezâil’ bölümünden ve Nouman Ali Khan’ın Yusuf Sûresi’ni anlattığı videolardan yararlanılmıştır. Kur’an-ı Kerim kendine has anlatımıyla olayları parçalı bir seyirle aktardığı için bahsi geçen kişilerle ilgili kronolojik ve detaylı bilgiye sahip değiliz. Bu sebeple, karakteristik temayüllere dair temkinli yorumlar tercih edilecek ve kişilik tanımlamalarından kaçınılacaktır.
RÜYA
Olağanüstü bir rüya gören çocuk muhtemelen ürkmüş ve şaşkındır. Onu sakinleştirecek, sarmalayacak birine ihtiyaç duyar. Hz. Yusuf’un babasıyla arasında bu bağ mevcut olmalı ki babacığım diyerek rüyasını anlatmak üzere Hz. Yakub’un yanına gidiyor ve yavrucuğum diye mukabele görüyor. Diğer kardeşlerin kendi varlıklarına tehdit olarak gördükleri yakınlığın baba-oğul arasında gerçekten mevcut olduğunu gösteriyor bize bu ilk diyalog. Ancak evlatlarından biriyle bu bağı kurabilmiş olan bir babanın, kasti bir kötülük söz konusu olmadığı sürece (ki burada bir peygamberden bahsediyoruz, kötü niyeti akla getirmek mümkün olamaz) diğer evlatlarıyla da benzer bir yakınlık inşa etmiş olmasını bekleriz. Bu durum, kardeşlerin yoksun bırakılmış olmaktan doğan bir zaafla değil, haset duygusunda köklenmiş kötücül bir kıskançlıkla Hz. Yusuf’a tuzak kurmayı planladıklarını düşündürüyor. Bir farklılık sezdiyseler bile, bu kendilerinden esirgenen bir baba-oğul yakınlığı değil, ancak iki peygamber arasında mevcut olabilecek o bağla ilintili olabilir ve ‘yok etme planı’na kadar varan tuzaklarını gerekçelendirmenin yakınından dahi geçemez. İnsanın haklı olduğunu düşündüğü noktada ortaya çıkabilecek had aşma potansiyeline çarpıcı bir örnek bize aktarılan. İşte tam bu sebeple hakkın ölçüsü daima Allah Teâlâ.
Hz. Yakub evlatlarını gayet iyi tanıyan bir baba. Bir yandan küçük yavrusuna rüyasının Allah Teâlâ tarafından gelecek lütuflara işaret ettiğini anlatıp sakinleştirirken, diğer taraftan da ihtiyatlı olmasını tembihliyor, rüyanı sakın kardeşlerine anlatma. Aynı temkinli tavrı Hz. Yusuf’u kendilerine emanet etmesini isteyen oğullarına verdiği cevapta onu götürmeniz beni mutlaka üzer ve Hz. Bünyamin’i Mısır’a göndermesi için ikna edilmeye çalışılırken de sergilediğini görüyoruz, daha önce kardeşi (Yusuf) hakkında size ne kadar güvendiysem, bunun hakkında da size ancak o kadar güvenirim.
Sûre boyunca kendisi hakkında gelen ayetlerden Hz. Yakub’un sabır, hikmet ve basiret sahibi, mütevekkil bir şahsiyet olduğunu biliyoruz. Olası gördüğü problemlere karşı önlem alma gayretinde ve nihayetinde mutlak hüküm ve kudret sahibinin Allah Teâlâ olduğunu daima ikrar halinde. Aslının öyle olmadığını bildiği sözler karşında dahi fevri ya da suçlayıcı bir tavrı yok. Bunu yapmanın asil bir örneğini ağlayarak yanına gelen oğulları; Yusuf’u kurt yemiş, doğru söyleyenlerden de olsak sen bize inanmazsın diyerek kurban rolünü kurnazlıkla giyindiklerinde gösterdiği tavırda görüyoruz. Babaları onlara inanırsa kazanacaklardı, inanmazsa zaten onlar söylememiş miydiler? Hz. Yakub onlara inanmadı; nefsiniz sizi kötü bir işe sürükledi diyerek de inanmadığını ilan etti. Bazen erk durmak zorunda olmaktır ama duruşun yanına öyle bir kelime eklenir ki o duruş vakarla anılır. Hz. Yakub tam olarak bunu yapıp güzel bir sabır giyiniyor ve işini Rabb’ine teslim ediyor; anlattığınız karşısında (bana) yardım edecek olan yalnız Allah’tır.
Hz. Yakub’un karşısında ise muhtemelen narsistik, bağımlı ve paranoid karakteristiklere sahip bireylerden oluşan bir grup var. Bu grupta narsistik eğilimleri olan kişilerin ya da en azından grup lideri pozisyonuna yerleşmiş birinin olduğunu düşünmek zor değil. Kendilerinin babalarının sevgisine
Hz. Yusuf’tan daha layık oldukları kanaatinden öylesine bir hak devşiriyorlar ki, neredeyse bu hakkın doğal sonucu olarak ortak bir karara varıyorlar; onu ortadan kaldırmak. Oysa bizzat farkındalar, mazlumu olduklarını iddia ettikleri hale son vermek için seçtikleri, yanlış/tövbeye muhtaç bir yol; ondan sonra da (tövbe ederek) salih kimselerden olursunuz. Bu tavır narsistik bireylerde gördüğümüz gereksinimlerini başkalarınınkinden üstün görme, ilgi ve ayrıcalık bekleme, olağanüstülüğünü tehdit altında hissettiğinde ise saldırganlaşmayı kendine hak görme eğilimi ile örtüşüyor. Hz. Yusuf’un kendilerine emanet edilmesini sağlamaya çalıştıklarında kullandıkları son derece güven verici dil de narsist bireylerin manipülatif becerilerinin temsili niteliğinde ve insanı kanaatinden neredeyse şüpheye düşürecek kudrette; Sana ne oluyor da Yusuf hakkında bize güvenmiyorsun? – Hakikaten kuvvetli bir topluluk olduğumuz halde, eğer onu kurt yerse, o zaman biz gerçekten aciz kimseler sayılırız.
Narsistik bir liderin etrafında onu takip edecek ve ihtiyaçlarını önceleyecek bağımlı bireyleri toplaması az rastlanır bir durum değildir. Bağımlı bireyler değersizlik ve yalnızlık duygusuyla bir gruba ait hissederek ve o grubun önde gelenlerinden gelecek onayı arayarak baş eder ve her şart altında uzlaşmacı bir tavır sergileme eğilimi gösterirler. Kardeşlerini öldürmek gibi akıl almaz bir fikri tartışabilen bu grup içinde bu temayülleri gösteren bireylerin varlığını reddetmek zor. İçlerinden sadece biri; onu öldürmeyin de kuyuya atın diyor ve babalarını ikna konuşmaları esnasında asıl niyetlerinin ne olduğunu bildiği halde sessizliğini yine de koruyabiliyor. Burada akla gelen soru şu, bir grubun ortalama kötülüğünün altında bir kötülüğe sahip olmak kişiyi iyi yapar mı? Zira hikayelerini yüzyıllar sonra öğrenenler nezdinde tümü “kardeşlerine kast etmiş abiler” olarak hatırlanıyorlar. Tamamen ortadan kaldırmaya güç yetiremeyeceğini bildiği kötülüğün hiç değilse etkisini azaltma gayreti olarak da okunabilir bu tavır, ancak elimizde bu yönde kanaat oluşturmaya yeterli bilgi yok.
Grubun davranışlarında paranoid kişilik özellikleri belirgin şekilde öne çıkmasa da kendini üzen olayları kötü niyetle ilişkilendirme ve kuşkularını kanıtlayacak deliller ararken onları çürüten realiteyi görmezden gelmeye sebep olan bir katılığın izini sürmek mümkün. Maruz kaldığını düşündüğü kötülüğe misliyle cevap verme eğiliminde olan paranoid kişiler, bitip tükenmek bilmeyen bir ötekini suçlama döngüsündedirler. Kıssada bunun örneğini, aranan ölçü kabı Hz. Bünyamin’in yükünde bulununca görüyoruz. Küçük kardeşlerini kuyuya attıktan yıllar sonra dahi hatırasına hakaret etmeye hazır, kendilerini haklı çıkarmaya muhtaç bir zavallılık sergiliyorlar; eğer o (Bünyamin) çaldıysa, daha önce onun bir kardeşi de (Yusuf) çalmıştı.
GÖMLEK
Kıssaların güzelinde ikinci perde. Kuyudan kurtulmuş ve köle olarak satılmış olan Hz. Yusuf artık azizin evinde. Aziz eve getirilen köledeki olağanüstülüğü fark edecek kavrayışa sahip. Aynı öngörüyle eşinin karakterinde nahoş bir potansiyel mi gördü bilinmez; ona güzel bak, belki onu evlat ediniriz diyerek eşinin zihninde ve Hz. Yusuf’un geleceğinde olası bir sıfat filizlendirmek istiyor; bu evin oğlu. Ancak eşinin iffetsizliğine neredeyse bizzat şahit olduğu anda verdiği tepki bu derinlikten son derece yoksun; şüphesiz bu siz kadınların tuzağıdır. Eşini şahsen sorumlu tutmaktan aciz, bu edepsizliği kadınların olağan haline yorar ve neredeyse normalize ederken, mağdur durumdaki kişiye biçtiği rol ise sessizlik; Yusuf sen bunları söylemekten vazgeç. Bu tavrıyla tutarlı bir şekilde, olay dillere düştükten sonra masumiyetinin delilleri apaçık ortada olan Hz. Yusuf’u zindana attırıp olayı ört bas etme çabasından da anlıyoruz ki; sahip olduğu melekeleri hakkaniyet için değil, menfaatleri doğrultusunda inşa ettiği sistemi korumak üzere kullanan bir şahsiyet aziz.
Azizin eşi ise (kimi kaynaklarda adı Züleyha olarak geçer, kolaylık adına bundan sonra bu isimle anılacak) narsistik eğilimlerin oldukça ağır bastığı bir karakter. Kadınların makam sahibi olmasına imkan veren bir zamanda yaşamış olsaydı, karşımıza azize sıfatıyla çıkması kuvvetle muhtemelken, şartlar onu tarihe azizin karısı olarak geçirdi. Bu durumda, azizin gözün değdiği en güzel mücevherlere sahip karısı olmayı tabii ki o hak ediyordu. Züleyha’nın nezdinde Hz. Yusuf’un kıymeti ışıltılı bir mücevher kadardı; en güzeldi ve onun olmalıydı. İsteklerini elde etme yolunda ne engel tanıyor, ne iftira atmaktan çekiniyor, ne de toplum içinde küçük düşmekten. Histrionik, narsistik ve saplantılı kişilik özelliklerinin kokteyli gibi.
Histrionik kişilikte ilgi odağı olma ihtiyacı çok belirgindir ve soytarılıktan öfke patlamasına kadar değişen bir skalada bunun çeşitli tezahürleri görülebilir. İdealize edip göklere sığdıramadığı birinden arzu ettiği alakayı görmediğinde, onu aşağılık bir intikamın hedefi yapmaktan imtina etmez; senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası, zindana atılmaktan veya elem verici bir işkenceden başka ne olabilir! Züleyha’nın bu sözleri yakalandığı an kendini kurtarmak için sarf ettiğini düşünmek yanıltıcı olur. Kendisini kınayan kadınların önünde de aynı tehdidi tekrarlıyor; andolsun, eğer o kendisine emrettiğimi yapmazsa mutlaka zindana atılacak ve sürünenlerden olacaktır.
Narsistik kişi nezdinde kurallar sıradan insanlar için vardır. Kendi olağanüstülüğünü taçlandıracak her şey onun hakkıdır ve bu uğurda gerekli tüm yollar mübahtır. Toplum nezdinde kınandığı konuda öylesine haklı görüyordu ki Züleyha kendisini, kulaktan kulağa dolaşan sözlerin unutulmasını beklemek yerine, duymayanların da duymasını sağlayacak bir davet verdi. Hakkında konuşan kadınları bir araya topladı ve Hz. Yusuf’u görünce ellerinde açtıkları kesikleri kendi haklılığına delil kıldı. Yaşadıklarını kınayanlardan intikamını onları kınadıkları konuma, kendilerini kınayacak şahitler önünde düşürerek aldı.
Saplantılı kişilerin kendileri için planladıkları yol mükemmeli garantileyen tek yoldur. Alternatif olasılıklardan söz edildiğinde kendi haklılıklarını kanıtlama çabasına girerler. İnatçıdırlar ve esneyemezler. İhtiyaçları ile aralarına giren her şeyi ortadan kaldırmaya odaklıdırlar, bu arzu nesnesinin kendisi olsa dahi. Züleyha intikam sahnesini bir adım öteye taşıyor ve daha önce inkar ettiğini o anda ilan ediyor; ben onun nefsinden murad almak istedim fakat o bundan şiddetle sakındı. Bu meydan okuma kadınları muhatap alıyor gibi görünse de asıl hedefi Hz. Yusuf’tu. Kınanmanın onu yıldırmadığını, işin aslının herkes tarafından bilinmesinden dahi korkmadığını ve durmayacağını bilmesini istiyordu. Ayetin devamında, kendisine boyun eğmezse başına gelecekleri tehditler şeklinde sıraladığını görüyoruz Zülayha’nın ve muhtemelen bu hatırlatmayla Hz. Yusuf’a kendisine itaatten başka yol bırakmadığını umuyordu. Oysa
Hz. Yusuf davet edildiği bu edepsiz işten nefsini koruyabilecek bir karakterdi.
YUSUF
Peygamber torunu, peygamber oğluydu Hz. Yusuf. İslam ahlakıyla büyümüştü. Ergenlik yıllarını küfrün hakim olduğu bir ortamda yaşamış olsa da Rabbi ona hüküm ve ilim vermişti. Rabb’inin işaret ve ikazını görmeseydi meyledeceği o davetle karşı karşıya kaldığında hem Züleyha’ya hem kendisine hakikati hatırlattı; Allah’a sığınırım. – Zalimler iflâh olmaz. Bu davetin ısrarlı tekrarı ve Züleyha’nın şehrin kadınları önündeki gözdağı karşısında da aynı tavrı takındı; Rabbim, bana zindan bunların benden istediklerinden daha hayırlıdır. Hz. Yusuf’un çirkinlikle mücadele ederken gösterdiği dirençli sabrı ve edep sınırları içinde kalmak için ortaya koyduğu cesareti çok net görüyoruz bu örneklerde. Karşısındaki kişiler güç ve makam yönüyle kendisinden hayli yüksek, hayatını son derece zorlaştırabilecek iktidara sahipler. Buna rağmen mutlak güç sahibini kendisine hatırlatarak nefsine hakim oluyor ve O’nun emrine tâbi kalma kararlılığından katiyetle ödün vermiyor.
Nihayetinde vardığı zindanda babasından izler görüyoruz Hz. Yusuf’ta. O da daralanın koşabileceği, güvenilir biri. Gençler rüyalarını anlatmaya ona geliyorlar, kralın işin ehlini dahi aciz bırakan rüyası da kendisine getiriliyor. Henüz çocukken, kölesi olarak karşısında durduğu azizin fark ettiği cevher kralın gözünden de kaçmıyor; onu bana getirin. Masumiyetine rağmen suçlu yaftası yemiş biri üzerindeki haksızlığın kalkması ihtimali karşısında ne yapar? Hz. Yusuf telaşsız. İşlerin sahibine teslim. Üzeri örtülmüş hakikatin açığa çıkarılması konusunda kararlı; efendine dön ve sor, ellerini kesen kadınların zoru neydi? Hz. Yusuf’un edebi aklı aciz, kalbi hayran bırakacak bir mertebede. Mahkumiyetine sebep olan olayların araştırılmasını talep ederken dahi maruz kaldığı zulmün müsebbibinin adını anmıyor. Züleyha’nın korumaktan aciz kaldığı iffetini o gün dahi muhafaza etmeye devam ediyor Hz. Yusuf. Bir eş görmüştük daha önce, karısının çirkinliğini bütün kadınlara mal edip adeta sıradanlaştırmıştı. Hz. Yusuf ise burada, bir kadının adını, nefsine köle olup teşebbüs ettiği o alçak hal ile yan yana anmıyor. Kıssada Mevla insanın esfele safilin potansiyeline de ahseni takvim seviyesine de örnekler veriyor.
İftiracılarının masumiyetini itirafıyla zindan devri bitiyor ve onu kardeşleriyle karşı karşıya getirecek bir başka devir başlıyor Hz. Yusuf için; beni ülkenin hazinelerine tayin et. Karşısında görür görmez tanıyor kardeşlerini. Artık makam ve kudret sahibi. İntikamını hakkıyla alabilecek vasıfta ancak o ahlakta değil. Ruhuna sirayet etmiş tevazu ve vakarla yaklaşıyor onlara. Taleplerini karşıladıktan sonra, geri dönmeleri için bir sebep olması umuduyla, erzak karşılığında verdikleri malları da yüklerine koydurup uğurluyor kardeşlerini; baba bir kardeşinizi de bana getirin. Diğer kardeşlerine kimliğini açıklamayan Hz. Yusuf kime güveneceğini ayırt edecek basirete sahip. Hz. Bünyamin’e kardeşi olduğunu söylüyor. Koparıldığı yuvada, ihtimaldir ki kendi gördüğü muamelenin benzerine maruz kalmış olan kardeşine eli erişir erişmez yarasını sarıyor; bilesin ki ben senin kardeşinim, onların yaptıklarına üzülme. Onu bu yolculuğa mahkum eden kardeşleri nihayetinde kim olduğunu anladıklarında, intikam şöyle dursun, aklın sınırlarını zorlayan bir bağışlayıcılıkla kucaklıyor onları Hz. Yusuf; bugün size kınama yok. Muhatabı olduğumuz ‘Affedin ve bir sonraki safhaya geçin.” tavsiyesinin hayat bulmuş bir örneğini böylece anlatıyor bize Rabbimiz.
Babasıyla ve tüm ailesiyle kavuştuğu ve çocukluk rüyasının hayat bulduğu o anda da Hz. Yusuf’un üstün ahlakının bir başka güzel tezahürüne şahit oluyoruz. Üzerindeki nimetlerin tümünü Rabbinden bilen, başına gelen her hal için şükründe sebatkar olan, yaratıcısının hükmünden razı, hikmetine teslim, akıbeti için duacı bir kul; şüphesiz ki Rabbim dilediğine lütfedicidir. Kuşkusuz o çok iyi bilendir, hikmet sahibidir. Ey Rabbim, mülkten bana verdin. – Sen dünyada da ahirette de benim sahibimsin. Benim canımı müslüman olarak al ve beni salihlere kat.
Dip not: Bu yazı Fatma Bayram’ın 2023 yılında basılan En Güzel Kıssa kitabında son bölüm olarak yayımlanmıştır.